::.Kalitenin Yeni Adresi.::
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
::.Kalitenin Yeni Adresi.::

Paylaşımın Yeni Platformu...
 
AnasayfaAnasayfa  AramaArama  Latest imagesLatest images  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yap  

 

 Yüzyılımızın en büyük çevre felaketlerinden biri:Aral gölünü

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
KaranTina
-Site Admini-
-Site Admini-
KaranTina


Mesaj Sayısı : 247
Yaş : 33
Nerden ? : Dünyadan...
Kayıt tarihi : 16/04/07

Yüzyılımızın en büyük çevre felaketlerinden biri:Aral gölünü Empty
MesajKonu: Yüzyılımızın en büyük çevre felaketlerinden biri:Aral gölünü   Yüzyılımızın en büyük çevre felaketlerinden biri:Aral gölünü Icon_minitimeCuma Nis. 27, 2007 10:30 am

Gözünüzün önüne ufuk hattına kadar uzanan bir çöl manzarası getirin. Beyaz kum, tuz karışımı çöl görüntüsünün sağına, soluna, daha doğrusu görüntünün uzandığı her yere Orta Asya’da çorak ve kumlu topraklarda yetişen çalı ile ağaç arası bitki olan saksavul’u ekleyin. Bitkinin yanı sıra onun dallarını yiyen başıboş develeri resme ilave edip biraz durun. Şimdi görüntünün en ilginç yanı geliyor. Yörenin geçmişini bilmeyenlerin oraya nasıl geldiğine bir türlü akıl erdiremeyeceği, boyaları dökülmüş, pas yığını haline gelmiş irili ufaklı gemi hurdalarını çölün ortasına koyunca manzara tamamlanıyor.İşte size Aral’ın kuzeyinde bir zamanlar sahil kasabası olan Jambul’un bugünkü görünümü. Yukarıda bir kaç cümle içinde tarif etmeğe çalıştığım, insanoğlunun yarattığı en büyük çevre felaketinin hem absürd, hem iç parçalayıcı portresi.

Manzaranın tekrarını bir zamanlar Aral’ı çevreleyen her yerleşim köşesinde görmek mümkün. Suyun çekildiği her yere sefalet ve fakirlik gelmiş, fakirliğin arkasından tüberküloz ve benzeri hastalıklar; kuraklığın neden olduğu iklim değişikliği ise solunum yolu hastalıkları, gırtlak kanseri ve artan oranlarda çocuk ölümlerini getirmiş.


Felaketin başka bir yüzünü ise kimyasal atıklar oluşturuyor. Dünya sağlık örgütlerinin yıllar önce yasakladığı son derece zehirli tarım ilaçları (DDT gibi) geniş alanlarda kullanılırken faciaya başka boyutlar da katıldı. Amerika’nın Vietnam savaşı sırasında ormanlarda saklanan Vietkong birliklerine karşı uyguladığı savaş teknikleri arasında ağaçların yapraklarını döken Orange Agent gibi son derece toksik defoliant malzemenin bir benzeri de pamuğun toplanacağı günlere yakın dönemlerde tarlalara uçaklarla atıldı. Yukarıda sözü edilen ve diğer kimyasal atıklar, kuruyan denizin tabanındaki tuz ve kum tozlarına karışarak (yılda 43 milyon ton olarak tahmin ediliyor) bugün bölgeyi saran kum fırtınalarının, dolayısıyla toz bulutlarının ölümcül maddesini oluşturuyor.

Aral bölgesinden çevreye yayılan pisliğe Himalayaların karlı tepelerinden Arktik bölgelerine kadar değişik yörelerde rastlandığı, Birleşmiş Milletler örgütlerince doğrulanırken ekim alanlarına verilen su Aral’a yaklaştıkça kimyasal atıklardan ötürü topraktaki tuzlanmayı hızlandırıyor ve randıman düşüyor, verimi arttırmak için büyük dozda kimyasal gübre toprağa veriliyor. Kimyasal atıklar, sonunda su yolları ile Aral’a varıyor ve içme suları zehirleniyor.
Sonuçta, sadece kuruyan deniz tabanından havaya savrulan toz bulutları tarımı öldürmekle kalmıyor, kimyasal atıklar Özbekistan’ın batısındaki Karakalpak bölgesinin tüm yeraltı sularına sızdığından insanları da öldürüyor. Normal şartlarda hiç bir sağlık örgütünün kullanılmasına izin vermeyeceği ama yöre halkının uzun süredir çaresizlik ve fakirlikten içmek zorunda kaldığı suların hemen tümü zehirlenmiştir. Yöredeki pazarlarda çok sık rastlanan görüntülerden biri de çocuk ve kadınların elinde pet şişelerde satılan memba sularıdır. Ülkenin diğer bir ucundan getirilen 1,5 litrelik şişedeki su, kaba bir hesapla yarım dolara satılır. Bölgede çalışan orta halli bir kişinin aldığı aylık ücret ise 60-80 dolar arasında değişir. Suyun fiyatı ile gelir düzeyinin arasındaki uçurum, olayın çarpıcı yanını tek başına anlatıyor aslında.
Sovyetler Birliği döneminde içme suyundan kaynaklanan sağlık sorunlarının boyutları o denli artmıştı ki, bölgeye içme suyu 300 km. ötede inşa edilen Tiyumuyun barajı ve iki yakasında kurulan arıtma tesislerinden getirilmeğe başlandı. Ancak hastalıkların önü kesilmedi. 1989 yılında dispanser verilerinden yola çıkılarak elde edilen istatistiklere göre sudaki tuz oranı litrede 2-4 gram, bakteri oranı ise sağlık normlarının 5-10 kat üstündeydi. Ayrıca sulardaki kimyasal atıklar bölgede yetişen sebze ve meyveleri de zehirliyordu. Mesela bugün bölgede yetişen kavun ve karpuzlar çok lezzetli olmalarına karşın % 20 oranında fosfat ve nitrat içerir.

Bir zamanlar dünyanın dördüncü büyük gölü veya iç denizi olan Aral’ın acı yazgısı 25 yıl kadar gerilere gider. 70’li yılların başlarında Sovyet hükümeti ülkede gün geçtikçe artan pamuk ihtiyacını karşılamak için bir dizi plan yapmağa başlamıştı. Kızılordu’nun üniformaları, halkın gittikçe artan pamuklu giysi talebi, tarihte insanoğlunun yarattığı en büyük çevre felaketinin nedeni ve başlangıcı oldu. Pamuk ve pirinç için dünyanın 4. büyük iç gölünün gözden çıkarılması kararlaştırıldı. 1960’lı yılların ortalarında doğal haliyle su yüzeyi 66,000 km2 olup ortalama derinliği 53.4 m, toplam su hacmi yaklaşık 1090 km3 ve tuz oranı litrede 10 gr olarak ölçülen ve Marmara denizinden 4,5-5 kat büyük olan, içinde 25 tür balığın yaşadığı Aral’ın kuruyan zemininde son derece verimli pamuk tarlaları hayal edildi. Politbüro’ya hiç yoktan yaratılacak yeni bir çöl ve neden olacağı çevre felaketi yerine pembe tablolar çizildi. Planlamacıların hayali daha da büyük boyutlara uzanıyordu. Onlar Sibirya’dan kuzeye akan Ob ve İrtiş nehirlerinin sularını 2500 km’lik bir kanalla Kazakistan’a da yönlendirmek istiyorlardı. Hatta bunun için 70’lerin başında Brejnev’in iznini almışlar ve işin başlaması için gereken emir bile verilmişti. Daha sonraları yeniden gözden geçirilen maliyetin boyutları başta Brejnev olmak üzere Politbüro’nun gözünü korkutmuş ve proje iptal edilmişti. Ancak Sibirya’dan aktarılacak nehir sularıyla beslenemeyen Aral’da durum, işin başında çizilen pembe tablolara pek benzemiyordu. 1980 yılında azalan sular nedeniyle Aral adeta ikiye bölünmüş, kuzeyde Sir Derya’nın Aral’a döküldüğü yerin kuzeyinde Küçük Aral meydana gelmiş, 1990 yılında su derinliği 38 m’ye düşmüş, tuz oranı ise litrede 30 grama yükselmişti.

Aslında Aral’ın sularını kullanarak çevresini (ve Kızılkum çölünü) tarım alanına çevirmek yeni bir düş değildi. Çarlık döneminden bu yana düşünülen ancak bir türlü gerçekleştirilemeyen projelerden biriydi.

Aral üstüne yapılan planların sakatlığı, işin başından beri sırıtıyordu ama hem günün, hem rejimin şartları plana karşı gelenlerin yüksek sesle konuşmasına imkân vermediği gibi plana karşı çıkmak büyük yürek işiydi. Buna rağmen sesini yükselten bir kaç kişi çıktı. Stalin, 1932’de Sovyetler’in kendine yeterli pamuk ürettiğini söylemesine karşılık Amu Derya sularını kullanarak pamuk ekim alanlarını yaygınlaştırmak istedi. 1938’de Özbekistan başbakanı Hocayev, gittikçe kısılan diğer tarım ürünlerini göz önüne alarak, “İnsanlar pamuk yiyemez” diye sesini yükseltme cüretini gösterdi. Arkasından Parti sekreteri İkramov, yerel halk için alternatif tarım planları yapmağa başlayınca her iki üst düzey yönetici, burjuva milliyetçiliği suçlaması ile ortadan kaldırıldı.
Aral’da yaratılan felaket, sonunda Sovyet yöneticilerini gerçeği görmeğe zorladı. 1987 Nisan’ında Sovyet Devlet Hidrometeoroloji Komitesi Başkanı Yu A. İzrael’in başını çektiği Aral Denizi Komisyonu kuruldu. Komisyonda konuyla ilgili çeşitli bilim adamlarının yanı sıra Orta Asya Cumhuriyetlerine ait Bilimler Akademilerinin başkanları da bulunuyordu. Aldıkları radikal değişim kararları Sovyetler Birliği Bakanlar Kurulunu ve Politbüroyu etkiyecek kadar önemliydi. O kadar ki, 1988 Ocak’ında Devlet Başkanı Andrei Gromyko, Parti organı Kommunist gazetesinde ülkedeki çevre sorunlarıyla yeterince ilgilenilmediği yolunda hem suçlayıcı, hem de yol gösterici bir yazı yazdı. Ancak o yıllarda Sovyet ekonomisi iyiden iyiye kötüleşmeye başlamıştı. Bütçede Aral’ı kurtaracak para için öncelik yoktu. Böylece Aral, üstünde konuşulan ancak uygulaması olmayan bir çevre problemi olarak kalmaya devam etti. Yıllarca gizliden gizliye yürütülen Aral projesi ve problemi Gorbaçev döneminde glasnost politikasının sonucunda gerçek yüzünü göstermeğe başladı. Uydulardan çekilen fotoğrafları inceleyen bir avuç insanın dışında çok az kişinin bildiği devasa çevre felaketinin boyutları tüm çıplaklığı ile dünyaya yayılmaya başladı

Aral’ın ölümü, Karakum kanalı ile başlar. Tüm yerel ve bilimsel ve liderlerin karşı koymalarına rağmen merkezi planlama bir asırlık rüyanın cazibesine kapılarak sonunda bildiğini okudu. Politbüro, Karakum kanalının açılması için fetvasını verdikten sonra kanal 1950’lerde kazılmağa başlandı. Kanal 1950’lerin ikinci yarısında tamamlandığı zaman Amu Derya’dan aldığı suyu Karakum çölünü geçip Türkmenistan’ın başkenti Aşkabat’a, oradan da 1200 km’lik yolunu tamamlayarak Hazar Denizi’ne ulaşıyordu. Karakum kanalının 1200 km’lik güzergahının büyük bir bölümü yaz aylarında ısı düzeyi 55 dereceye kadar yükselen, adı üstünde Karakum çölünden geçer. Başından sonuna kadar tabanı kumla kaplı olan kanalda Amu Derya’dan akan suyun % 30-35’i toprağa karışıyor, diğer % 30-35’lik kısmı ise özellikle yaz aylarında buharlaşıyordu. Suyun bu denli kıt olduğu bir bölgede, onu böylesine insafsızca ve bilgisizce israf etmenin mantığını anlamak mümkün değil.
Kanal sorunu sadece Karakum kanalı ile başlayıp biten bir sorun olsa belki güç ve pahalı da olsa bir çözüm yolu bulunabilirdi. Aral’ı besleyen iki büyük nehirde, kuzeyde yoğunluğu pirinç tarlaları olan toprakları, güneyde ise pamuk tarlalarını sulamak için küçük büyük binlerce açılmış kanalın hepsi de Karakum kanalı gibi ilkel su yolları olarak hizmet görüyor. Aral gerçekten kurtarılmak isteniyorsa herşeyden önce açılan ilkel su kanallarının yerine, suyu israf etmeden nakledecek modern sistemler uygulanmalı. Sadece işin bu tarafını gerçekleştirmek için gereken projelerin faturası milyarlarca ABD doları tutuyor. Bu paranın nasıl, ne zaman ve nereden bulunacağı Aral denkleminin bilinmeyenlerinin başında gelir.

Başka bir çözüm yolu ise suların daha azının ekim alanlarına verilerek, Aral’a daha fazla suyun gitmesini sağlamak olabilir. Sovyetler döneminde Özbekistan her ne pahasına olursa olsun pamuk yetiştirmeğe zorlanmış, bağlar-bahçeler sökülüp yerine pamuk ekilmişti. Yıllar süren bu zoraki tarım politikaları sonucunda 1980’de pamuk üretimi Özbekistan ekonomisinin gayri safi toplam üretiminin % 65’ini oluşturuyordu. Nüfusun % 40’ı pamuk üretiminde çalışırken Sovyetler Birliği’nde üretilen tüm pamuğun % 70’i Özbekistan’da yetişmesine karşılık Sovyetler Birliği’ndeki toplam tekstil üretiminin sadece % 5’i Özbekistan’da yapılıyordu. 1992’ye gelindiği vakit Özbekistan, 1914’de 2.189.000 dönüm ekili topraktan ürettiği 646.000 ton pamuğa karşılık 1940-1980 arasında pamuk üretimini 2.24 milyon tondan 9.1 milyon tona çıkartarak tam bir monokültüre dönüştü. İşin acı sonucu ise tüm ülkenin pamuk tarımına ekonomisi ve insanı ile esir düşmüş olmasıydı.

Aral ve çevresininin geleceği pek parlak olmadığı gibi en azından geriye dönüşün başlaması için Aral’a yeterli oranda suyun akması gerekiyor. Bu şimdilik mümkün görünmüyor. Aşağıda bulacağınız anekdotların işin özünü kolaylıkla anlatacağını umut ediyorum.

2000 yılında Aral ve çevresine olduğu kadar Aral’a dökülen nehirlerin çıktığı dağlara da olağanüstü miktarda kar ve yağmur yağdı. Bizler Aral’ın batı kıyısından Kızılkum çölünü geçerken 30 yıldan beri ilk defa Ağustos ayında çöle yağmur yağdığını söylediler. Hem de ne yağmur! Çöl birden çamur denizine dönüşüverdi. 2 Landrover arazi aracı ile 5 gün aralıksız yağan yağmurda saatlerce çamura bata çıka, günde ancak 60-70 km yol alabildik.
Nukus’un içme sularından sorumlu idarenin başı (yani müdürü) Makhset Eregepov, içme sularının kirliliği konusunda sorularımıza önce şiddetle direndi. Suların temiz olduğunu iddia etti. Biz de kendisine aktardığımız bilgileri Karakalpak Bilimler Akademisi üyeleri ile yaptığımız toplantı sonucunda elde ettiğimizi söyledik. Odada kısa bir sessizlik oldu. Eregepov, başka soruya cevap vermeden “Bu yıl sular temiz olacak” dedi. “O niye?” diye sorduğumda, eliyle gökyüzunü işaret ederek, “25 yıldan bu yana bu kadar yağmur yağmadı” dedi. Arkasından, “Gelen taze su, yeraltındakiler dahil su kanallarından açık su barajlarına kadar her taraf olabildiğince temizlendi” diye ilave etti. “Ya kimyasal atıklar ve tuz?” sorusunda ısrar ettiğimde cevabı değişmedi. “Olabildiğince temizlendi” dedi.
Karakalpak Bilimler Akademisi üyeleri ise suyun böylesine bol olduğu yılda Aral için başka bir tablo çizdiler. Aral sorunu, su ve tuzlanma konusunda büyük bir birikime sahip Bahtiyar Jollybekov ile Akademide yaptığımız konuşmada verdiği bilgiler oldukça ilginçti. Konuşmanın daha iyi anlaşılması için aşağıdaki kısa ön bilgileri yazıya eklemek gereğini duyuyorum:
Amu Derya’nın Muynak civarındaki deltasında suyun Aral’a gitmesi önlenmiş, açılan kanallarla çevrede 5-6 küçük göl oluşturulmuş. Amaç malum; bozulan ekolojik dengeyi biraz olsun yerine oturtup, kum fırtınalarına karşı olabildiğince önlem almak, aç ve işsiz kalan balıkçılara bir yaşam ortamı sağlamaktı.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://kaliteninyeri.yetkin-forum.com
 
Yüzyılımızın en büyük çevre felaketlerinden biri:Aral gölünü
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
::.Kalitenin Yeni Adresi.:: :: DOĞA ve ÇEVRE :: Çevre-
Buraya geçin: